Herkes Kendi Sitilini Yaratır-Stil Forum


Join the forum, it's quick and easy

Herkes Kendi Sitilini Yaratır-Stil Forum
Herkes Kendi Sitilini Yaratır-Stil Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Reşat Nuri Güntekin

Aşağa gitmek

Reşat Nuri Güntekin Empty Reşat Nuri Güntekin

Mesaj tarafından █►SALVADOR◄█ Cuma Ara. 24, 2010 12:07 am

25 Kasım
1889 tarihinde İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi’ ni bitirdi (1912). Bursa’ da başladığı (1913) öğretmenlik
hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931),
Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954)
oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’ da öldü. İstanbul’ da
Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülü.

Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında (1917) başlayan, ilk eseri
de Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917’ de basılan Reşat Nuri, 1918’ de
tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımlarken bir yandan da hikayeler
(Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Büyük Mecmua, 1919)
yazıyordu. Çalıkuşu’ nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir
ün kazandı. Çok hareketli bir eser olan Çalışkuşu’ nda Anadolu, ilk
idealist ve aydın kızı Feride’ ye kavuştu, geniş ölçüde romana girdi. Bu
roman az okumuş ve aydın, iki sınıfı da, doğal ve canlı diliyle kendine
bağladı. Reşat Nuri’ nin hemen bütün romanlarında dekor olarak taşra
kasaba ve şehirleri çevre, tip, çeşitli problem ve görüşleriyle Anadolu
atmosferi görülür. Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar,
küçük hikayelerinde bunların yanına mizahı da ekledi

Yazdığı, çevirdiği, kitap biçimine girmiş veya dergi, gazete
sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tüm eserlerinin toplamı
yüzü bulur; bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı.
Yazdığı, çevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının
sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar. 7 Aralık 1956’da
Londra’da öldü.

ESERLERİ

Hikaye kitapları: Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930), vb.
Gezi yazıları: Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966).
Oyunları içinde en ünlüleri Balıkesir Muhasebecisi (1953) ve Tanrıdağı
Ziyafeti (1955)’ dir. Bütün eserleri ölümünden sonra, eşi tarafından,
bir külliyat halinde yeniden bastırıldı.

Romanları: Gizli El (1922), Çalıkuşu (1922), Damga (1924), Dudaktan
Kalbe (1925), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece
(1928),Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Kızılcık Dalları (1932),
Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen
(1944), Miskinler Tekkesi (1946), Harabelerin Çiçeği (1953), Kavak
Yelleri (1950), Son Sığınak (1961),Kan Davası (1955),
Hikaye Kitapları: Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930)
Gezi Yazıları: Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966)
Oyunları:Balıkesir Muhasebecisi (1953), Tanrıdağı Ziyafeti (1955)

HAKKINDA YAZILANLAR
Reşat Nuri Güntekin Türkan Poyraz – Muazzez Albek (Ankara, 1957)
Reşat Nuri Güntekin Hayatı, sanatı ve eserleri Muzaffer Uyguner (Varlık Yay;1967).
Romanıyla Reşat Nuri Güntekin İbrahim Zeki Burdurlu (İzmir Eğitim Ens. Yay., 1971)
Reşat Nuri’nin Tiyatro ile İlgili Makaleleri Prof.Dr.Kemal Yavuz Kültür Bakanlığı Y.
Reşat Nuri Güntekin’ in Romanlarında Şahıslar Dünyası Birol Emil (1984) adlı doçentlik tezi.


HAKKINDA YAZILANLAR

ÇALIKUŞU AİLESİ Cemal Kalyoncu
Aksiyon 20 Nisan 2002 s.385

Başta Çalıkuşu romanı olmak üzere eserleriyle Türk edebiyatının
klasiklerine imza atanlardan biri olan Reşat Nuri Güntekin'in, hayatta
olan eşi Hadiya Hanım ve kızı Ela Güntekin, Reşat Nuri'yi ve aileyi ilk
defa Aksiyon'a anlattı
Çalıkuşu'yla beraber Anadolu'yu gezenlerimiz az değildir. Dudaktan
Kalbe, Acımak, Akşam Güneşi, Kavak Yelleri ve Yaprak Dökümü'ndeki
kahramanların sevinçleriyle sevinen, üzüntüleriyle hüzünlenen, hele Ateş
Gecesi'yle bir insanın iç dünyasına yolculuğa çıkanlar oldukça
fazladır. Reşat Nuri Güntekin sayısı 30'u aşan eseri ile çağdaş Türk
edebiyatının öncülerinden biridir. Türkiye'de kitap okurlarından hemen
herkes Reşat Nuri Güntekin'in eserlerinden birini okumuş, okumayanlar da
filme alınmış eserlerinden birini mutlaka izlemiştir. Yani Reşat Nuri
Güntekin, eserlerinde, beslendiği toplumdan kopmayarak halktan
karakterlere yer verdiğinden okur nezdinde ilgiyle karşılanmış
birisidir.

25 Kasım 1889 yılında İstanbul'da doğan Reşat Nuri Güntekin'in babası
askeri doktor olan Nuri Bey'dir. Annesi ise Anadolu'da valiliklerde
bulunmuş Çerkez Yaver Paşa'nın kızı Lütfiye Hanım. Nuri—Lütfiye çifti
Reşat dışında Reşide adlı bir de kız çocuğu getirir dünyaya. Ancak
Reşide çok genç yaşta vefat edecektir.

Reşat Nuri öğrencisi ile evleniyor
Askeri doktor Nuri Bey'in peşinde Reşat Nuri de Anadolu'nun bir çok
yerini dolaşır. İlkokula Çanakkale İptidai Mektebi'nde başlar. Bir süre
de sadece gayrimüslimlerin okuduğu İzmir Frere'ler Okulu'nda okur. Kızı
Ela Güntekin anlatıyor: "Müslümanları almıyorlar oraya. Ancak babam bir
gayrimüslim adıyla kayıt yaptırıyor. Bir süre sonra da hiç bir neden
olmadan babası oradan alıyor ve 'Oğlum sen gez, dolaş. İnsanlara bak,
doğayı tanı' diyor. Bunun üzerine babam köylere gidiyor, üzüm bağlarını
dolaşıyor, insanlarla konuşuyor ve böylece başıboş bir yıl geçiriyor.
Sonra babam bunu niye yaptı? diye aklına takılıyor. Farisice bilen,
Arapça ve Fransızca büyük bir kütüphanesi olan babası, yani dedem de
utana sıkıla 'Ben seni Rousseau'nun Emil'i gibi yetiştirmek istedim'
cevabını veriyor ona." Reşat Nuri'nin yazar olmasında bu hadisenin
önemli rolü olmuştur herhalde: "Bu olay babamı, birtakım olayları
düşünmeye, izlemeye yöneltmiştir diye düşünüyorum." Reşat Nuri daha
sonra İstanbul'a gelir ve Saint Joseph'ten mezun olur. 1912'de
Darülfünun Edebiyat Fakültesi'ni bitirir. Bir yıl sonra da uzun yıllar
sürecek öğretmenliğe ilk adımını Bursa Sultanisi'nde Fransızca
öğretmenliği yaparak atar. İstanbul'a döner, Vefa ve Erenköy
Lise'lerinde müdürlük, Kabataş, Galatasaray, İstanbul Erkek Lisesi ile
Çamlıca ve Erenköy Kız Liselerinde de 1931 yılına kadar Türkçe, edebiyat
ve felsefe dersleri başta olmak üzere çeşitli dersler verir. 1917'den
itibaren eserleri gazetelerde tefrika edilen Reşat Nuri Güntekin 1927
yılında da, Erenköy Kız Lisesi'nden yeni mezun olan öğrencisi Hadiye
Hanım ile evlenir: "Annemin sesi çok güzelmiş. Okul idaresi eğitim için
yurt dışına göndermeyi düşünmüş ama annemin babası izin vermemiş. Annem
parıltıları olan bir kadın. Okusaydı iyi bir yere gelebilir ya da iyi
bir opera sanatçısı olabilirdi." Hadiye Güntekin, sıtma konusunda yapmış
olduğu mücadeleleri ile bilinen İzmitli Dr. Feyzullah İzmidi'nin
torunudur: "Hiç birikimi olmayan bir adamın gidip burjuva ailesinin
kızıyla evlenmesi sıradan bir şey değil. Babam halk adamı ama kendisini
yetiştirmişti."

Feyzi Paşa ailesinin diğer fertleri soyadı kanunundan sonra 'paşaoğlu'
dememek için Generalfeyzioğlu soyadını alır. Aileden Erol ve Feyzi iş
adamı olur. Reşat Nuri'nin kayınpederi, yani Hadiye Hanım'ın babası ise
damadının Güntekin olan soyadını alacaktır. Bugün 94 yaşında olan Hadiye
Güntekin ise, eşiyle beraber son yıllarını geçirdiği Levent'teki,
duvarları kocasının resimleriyle dolu evinde yaşamaya devam etmektedir.

Yazar, büyükelçi ve milletvekili Ruşen Eşref Ünaydın'ın teyzesinin oğlu
olan Reşat Nuri Güntekin, 1931'den 1939 senesine kadar Milli Eğitim
müfettişliği yapar. 1939'da ise milletvekili seçilerek Çanakkale'yi
temsilen bir dönem Meclis'te bulunur: "Parti (CHP) adına Çanakkale'ye
gidip teşkilatın düzensizliğini rapor ederek Çanakkale'nin CHP için
elden gitmekte olduğunu anlattığı bir belge geçmişti elime. Ama babamın
aktif bir siyasi hayatı olduğunu düşünmüyorum." Piyes de yazan Reşat
Nuri Güntekin milletvekilliğinden sonra 1947 yılına kadar Milli Eğitim
Başmüfettişliği yapar. Bundan sonra 1954'e kadar da Paris Kültür
Ataşeliği görevinde bulunur. UNESCO'da Türkiye Temsilciliği ve talebe
müfettişliği onun son resmi görevidir.

Ela kızla yapılan yürüyüşler
Güntekin çifti evliliklerinin üzerinden uzun süre geçtikten sonra çocuk
sahibi olur. 1941'de doğan tek çocukları için Reşat Nuri kızının hatıra
defterine bakın neler yazmıştır: "11 Mart 1951, Ela kızım, ben çocukken,
senin yaşında iken, gökyüzündeki aya bakardım, 'Ay dede ay dede, oğlun
kızın çok dede, birini bana versene, Allah sana çok vere' diye dua
ederdim. Ay dede beni işitti. Çocuklarının birini bana verdi 'adı Ela
kız olsun' dedi. 'Benim kadar çok ömrü, benimkiler kadar güzel çocukları
olsun' dedi. Ela kızın babası Reşat Nuri Güntekin."

Aile Paris'te olduğu yıllarda Ela da eğitimine burada başlar: "Hem
Almanlar'ın müttefiki hem Müslüman olduğumuz için o zaman okulda çok
aşağılandığımı biliyorum. Ama ben intikamımı iyi notlarla aldım." Aile
Türkiye'ye dönüş yaptığında küçük Ela da ilkokul beşinci sınıfı
Nişantaşı'ndaki Nilüfer Hatun İlkokulu'nda okur. Ela Güntekin, o
yıllarda Reşat Nuri için çok iyi bir yürüyüş arkadaşıdır: "Çok nazik bir
adam. O zaman babalar şimdikiler gibi değil. Ne bileyim, çocuklarını
dizlerinde hoplatmazlar, beraber birtakım şeyler paylaşmazlardı. Çocuk
daha ayrı bir kategoride idi. Bir de tabii yaş farkı vardı. 1951'de
taşındık Levent'teki bu eve. Karşımız mısır tarlası, dutluktu ve deniz
görünürdü. Önümüzdeki şu Nispetiye Caddesi daracık ve çamurlu bir patika
idi. Uzun uzun yürüyüşler yapardık babamla burada."

— Ne konuşurdu yürüyüşlerde?
Bir kere didaktik bir konuşması yoktu. Fakat ne bileyim gökteki bir
yıldıza takılırdı. Fuzuli'nin derinliğinden, Allah kavramından, etikten
bahsederdi ama bütün bunlar öğretici bir şey değildi. Sanki kendi
kendine konuşuyormuş gibiydi daha çok.

— Siz kaç yaşında idiniz?
12—13 ama bizim eve çok kitap girerdi. Çok okurdum. Ben bir de Dame de
Sion'da okuyordum. Oranın da teşvik edici bir yanı vardı. Çok küçük
yaşta düşünmeye başladım diyebilirim. Zannediyorum ben de arada sorular
soruyordum. Hatta son yaz Büyükada'da yaptığımız uzun yürüyüşlerde şunu
dediğim olmuştur. Ben bunların hepsini kavrayamıyorum. Babam bunları
bana niye anlatıyor?

— Sizi dert ortağı gibi mi görüyordu?
Olabilir ama dert ortağı da doğru bir laf değil. Yani içinin dolu ve
konuşmak ihtiyacında olduğunu hissediyordum. Mesela isim vermeden ne
bileyim, uğradığı düş kırıklıklarından söz ediyordu. Bir arkadaşın
dostluğundan kaynaklanabilecek düş kırıklıklarından, insanların buna
hazır olmaları gerektiğine kadar... Fakat sevgi dolu bir insandı. Birine
ne kadar kızsa, öfkeli öfkeli gelir, anlatır, sonra 'Hay Allah' derdi.
Böyle kin tutmayan, herşeyi geniş gören, son derece de nazik. Kimseye
kötü bir söz söylediğini, bir kalp kırdığını görmedim. Fakat yine de
tabii evde bir otoritesi vardı.

— Peki nereden besleniyordu?
Bu gezintileri yapıyoruz dedim ya. Levent çarşısı yeni kurulmuş,
Teksas'ta bir kasaba gibi bir yer burası. Çıkardık babamla, ayakkabıcı,
bakkal, aktar, kasap kim varsa dolaşırız. 'O buyur Reşat Bey, bir çay,
kahve iç' derlerdi. Ve sohbet ederdi o insanlarla.
'Evimiz manastır gibi idi'

— Ne konuşurdu halkla?
Kitap konuşulmazdı bir kere. Biraz memleket meselesi konuşulurdu.
Konuştuğu kişinin oturduğu yere dair bilgiler alırdı. Ama hiç bir zaman
evde, oturulsun da, rakı sofrası kurulsun da, başka yazarlar da gelsin
hep beraber içelim böyle bir şey yoktu. Bizim evimiz bir manastır gibi
idi. Keyifsiz bir manastır değil ama, böyle bir yazar çizer takımı
gelmezdi. Sonra, iki gün evde otursa 'Benim canım biraz sefalet istiyor'
derdi.

— Sefalet?
Yağmur çamur. Eskiden buradan (Levent'ten) Babıali'ye gitmek kolay
değildi. 40 dakikada bir otobüs vardı, yollar çamur içindeydi, sonra
kendisi çok genç değildi.
Yalnız aile dostu bir doktor Talat Bey vardı. Daha çocukluğumda da iki
tane arkadaşı vardı, Tatar Abdurrahman Bey ve Giritli Fahri Bey. Galiba
bir yerde memurdular. Giritli Fahri Bey keyifli bir adamdı, Ada'ya
gelirken yanına gramofonunu getirir Rum plakları çalar, şarkılar
söylerdi filan.

'Babam pratik biri değildi'

— Kitaplarından iyi para kazanabiliyor muydu?
Hayır, hayır, hayır. Çok az, belki biraz Çalıkuşu'ndan kazanmıştır.
Babamın hiç pratik birşeysi olmadığı için kimse de ona bir telif hakkı
ödemiyordu. Vefatından sonra annem gerçekten bir mücadele verdi ve
eserlerin topluca İnkilap'ta basılmasını sağladı.
Annem daha pratikti. Ne bileyim annemle bir bankaya gidecek olursak
müdürün yanına çıkar beş dakikada işimiz hallolurdu. Babamla bir yere
gidecek olursak kuyruğa girerdik. Ya da bir kitabını basmışlar,
yayınevinden alacağı var, para ödemiyorlar, Babıali'den aşağı inerken
kaldırım değiştirir 'O kitapçının önünden geçmeyeyim, Reşat Nuri para
istiyor demesinler' diye düşünürdü. Bunlar çok zamanı geçmiş şeyler.
Şövalye gibi.

— Yalnızlık ne derece etkindi hayatında? Yürümeniz dışında başka neler yapardı?
Yalnızlık dediğimiz zaman mesela o UNESCO'da görevli olduğu zaman
birtakım toplantılardan sonra eve gelir ve anneme mi anlatırdı, kendi
kendine mi konuşurdu bilmiyorum ama evde uzun uzun böyle dolaşarak
kızgınlıkla bir şeyler anlattığını hatırlıyorum. Mısır veya Araplar'ın
Türkler'e karşı birtakım girişimlerinden söz eder, kendi yaptığı
birtakım müdahalelerden bahsederdi. Yalnızlık derken odasında yalnızdı
tabii. Ama bir meyhaneye gitsin, bir kahveye gitsin, böyle şeyleri
yoktu. O şeyleri belki çoktan kapatmıştı.
— Sizin anlattıklarınızdan evcimen bir yazar tipi çıkıyor ortaya.
Yazısını yazan, işine giden, onun dışında çok fazla bir şeye
karışmayan...

'Kahvaltımı babam hazırlardı'
Evet ama ben ona evcimen demem. Evin idaresi, bilmem nesi annemin
üstünde idi. Şöyle bir şey var, çocukken, benim odam onunkinin
karşısında idi. Ben yatardım ama onun odasından ışık vurur ve daktilo
sesi gelirdi. O daktilo sesi müthiş bir güven verirdi bana. O ses
büyülemiştir beni. Orada yalnızdı.

— Yazılarını ne zaman yazardı?
Gündüz yazmıyordu. Akşam mesela 21:30 —22:00'de odasına çekilir sabaha
kadar... Ama yazıyor mu, çalışıyor mu, okuyor mu? Fakat ben hep o
daktilo sesini duyardım. Sabah da beni 7:00'de kaldırır, bana kahvaltı
verir —çorba pişirir, ekseriyetle de irmik çorbası— beni uğurlar ve
ondan sonra yatardı. Ama bu 7—7:30'u bulurdu.
— Mutfak işlerine yardım ediyordu yani..
Yardım etmiyordu. Gece yazısının arasında mesela 12'de mutfağa girer,
çok güzel yemekler pişirirdi. Fakat sonra o mutfağa girilmezdi tabii.

— Daha çok ne tür yemekler yapardı?
Alaturka yemekler. Patlıcanlı pilav filan gibi mesela. Yemek yapmak zannediyorum onun için bir hobi idi.

— Annenizden daha fazla girdiği oluyor muydu mutfağa?
Annem girmezdi.

— Başka ne tür hobisi vardı?
Radyo dinlerdi. O zamanlar radyonun ne müthiş bir icad olduğundan söz
ederdi. Alaturka musikiyi büyük ilgiyle dinlerdi. Bir de radyoya çok
sokulurdu. Çünkü annem o tür musikiden hoşlanmazdı.
— Evde annenizin sözü geçiyordu o zaman.
Bazen birinin, bazen diğerinin ama annemin sözü geçer gibiydi.

— Dini yaşantısı nasıldı? Konuşur muydu sizinle bu konularda?
Yeşil Gece kitabını biliyorsunuz. Ondan başka söyleyecek bir şeyim yok.

— Yazmayı iş edinenler genelde çok sigara tüketir. Babanız da çok sigara içer miydi?
Günde dört paket. O zamanın sigaraları incecikti fakat ölümü de ondan oldu zaten."
Reşat Nuri, 1956 yılında Londra'da tedavi görürken hayatını kaybeder:
"Hastanede anneme demiş ki 'İyi ki Ela burada değil. Ne kadar acı
çektiğimi görmüyor. Ona şükrediyorum.' Tabii ölümüyle beni çok kötü bir
zamanda ortada bıraktı. Gelişme çağında idim. Ondan sonra kararlarımı,
sürüklenmelerimi hep kendim götürmek zorunda kaldım. Yani o konuşmalar,
sohbetler olmasa belki ben daha düz, belki daha sağlam, ayağı yere basan
insan olurdum. Ondan sonra çok bocaladım tabii.
İlk eşi büyükelçi Tanşuğ Bleda

— Siz ne olmak istiyordunuz?
"Bilir miyim o yaşta? Sadece edebiyata ve okumaya büyük merakım vardı. O
dönemde Levent çarşısında bir kitapçı vardı. Aziz Nesin işletiyordu
onu. Sabahları da gazete dağıtımı yapıyordu bütün Levent mahallesine.
Oraya sık sık gidip Pekos Bil vs. okuyordum. O zaman gelen bir gazeteci
sormuş 'Ne olmak istiyorsun?' diye, ben de Teksas'a gidip kovboy olmak
istiyorum demişim. Ve bu da gazetelerde çıkmış."
Ela Güntekin annesinin etkisiyle girdiği Dame de Sion'dan babasının
vefatından iki yıl sonra, 1958'de mezun olur: "Sonra yurt dışında
siyaset bilim okumak istiyordum, annem bir şekilde onu engelledi." Sonra
İstanbul Üniversitesi Sosyoloji ve Felsefe Bölümüne girer. Ardından
Sorbonne'da edebiyat üzerine eğitimine devam eder. Ela Güntekin bu
yıllarda evlidir. Dışişleri'nde çalışan teyzesi Gaye Güntekin vesilesi
ile tanıştığı, diplomasi merdivenlerini henüz tırmanmaya başlayan Tanşuğ
Bleda ile evlenir (1961). Bleda, Mithat Şükrü ile akraba olmayıp,
Paris, Tiran, Roma, Bonn'da görev yapan, Tahran'da büyükelçi, Paris'teki
OECD'de Daimi Temsilci olan ve Paris Büyükelçiliği sırasında meslekte
42 yılını doldurarak emekliye ayrılan bir hariciyecidir. Ela Güntekin,
Bleda ile 1967—68'e kadar evli kalır. Bu dönem Tanşuğ Bleda'nın Paris'e
üçüncü katip olarak atandığı dönemdir. (Bleda, Hariciye'deki anılarını
Maskeli Balo adıyla Doğan Kitap'tan yayınlamış ama Ela Hanım ile yaptığı
evliliğe değinmemiştir.) Güntekin, eşinden boşandığı bu yıllarda TRT'de
Merkez Program Dairesi'nde program uzmanı olarak çalışmaya başlar.
Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncularından Mehmet Keskiner de TRT'dedir. Ela
Güntekin ikinci evliliğini Keskiner'le yapar ve Üzüm adında bir kız ve
Yağmur adında bir erkek çocuk getirir dünyaya: "Sevgi ve Mümtaz Soysal
çok yakın dostlarımdı. Bir akşam arabamın içinde Sevgi Soysal ve Mehmet
Keskinoğlu ile birlikte iken İsrail Büyükelçiliği'nin önüne geldiğimizde
durduk ve bir tartışma yüzünden Mehmet'e 'Yeter' diye bağırdım.
Arabanın çevresini birden polisler sardı. Mümtaz Soysal hapiste, ben de
mimli bir yer olan TRT'de çalıştığım için, icra—i rezaletten kendimi
önce karakolda, sonra Mamak Cezaevi'nde buldum. Bir aya yakın cezaevinde
kaldıktan sonra TRT'ye gittik. Genel Müdür Musa Öğün Paşa idi. 10
dakika sonra çağrılarak işimize son verildiği söylendi. Orada bazıları
'Sen Reşat Nuri'nin kızısın, senin için Musa Paşa'ya bir şey
yapabiliriz' dedi. Ben de o ekmekten yemem dedim ve Mehmet'le birlikte
istifa ettik."

Bundan sonra Güntekin'e kolay iş vermezler. Türkiye'deki yabancılara
sağlık sigortası hizmeti veren bir şirkette kısa bir süre çalıştıktan
sonra oradan da atılır. Sonrasında bir yabancı dil okulunda çalışır
fakat burada da fazla tutunamaz.
'İnsanlar Reşat Nuri'nin kızı ne yaptı diye soruyorlar'

1973 veya 74'te de Mehmet Keskinoğlu'ndan ayrılan Ela Hanım, 1991'de
emekli olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak
çalışır. Yine bu sırada özel dersler verir. Bu dönemde başladığı çeviri
yapma işi, hayatının daha sonraki bölümlerinde yapacağı tek iş
olacaktır. Şeyh Bedrettin'in Hayatı, Hatice Sultan ve Melling Kalfa gibi
eski çevirilerinin yanında Osmanlılar ve Ölüm gibi eserlerle
çevirilerine devam eder.

— Babanızdan dolayı sıkıntılar veya kolaylıklar yaşadığınız oldu mu?
"Dame de Sion'da okurken babam oraya müfettiş olarak gelmişti. Sonra bir
ders arasında beni de müdirenin odasına çağırdılar, çay içiyorlardı.
Ertesi gün, bir şey yapmadığım halde sudan bir bahane ile bana ceza
verdiler. Ben de geldim babama yakındım. 'Şımarmandan korkmuşlardır'
dedi. Yıllar sonra o Sör'ü Fransa'da bulup aynı soruyu ona sorduğumda
aynı cevabı verdi. Babamın bir sözü vardı 'Şöhretler bedelini ödemek
zorundadır' diye. Belki ondan dolayı ben onun kızı olmakla övünmedim,
onu öne çıkarmadım, televizyona çıkmak istemedim, röportajlar yapmak
istemedim, yani bir çeşit tevazu, herkes gibi olma, sıradan olmak
arzusu... Onun için ayrıcalıklı bir muamele de görmedim. Ama babamdan
dolayı en sıradan insanlardan çok sevgi, saygı gördüm. Ona da minnet
duydum. Ne mutlu size. Halbuki yani bunun da bir bedeli var. İnsanlar
karşınıza dikilip 'Sen ne yaptın bakalım?' gibi sualler soruyorlar."


█►SALVADOR◄█
█►SALVADOR◄█
RütbeForum Kurucusu
RütbeForum Kurucusu

ÜyeAktiflik : 2228

Erkek

BilgiRep : 5

Mesaj Sayısı : 1603


Hesabı
Altın:: Full
Para:: Full

https://stil.forum.st

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz