Herkes Kendi Sitilini Yaratır-Stil Forum


Join the forum, it's quick and easy

Herkes Kendi Sitilini Yaratır-Stil Forum
Herkes Kendi Sitilini Yaratır-Stil Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Bomba Özeti Ömer Seyfettin

Aşağa gitmek

Bomba Özeti Ömer Seyfettin Empty Bomba Özeti Ömer Seyfettin

Mesaj tarafından █►SALVADOR◄█ Perş. Ocak 06, 2011 8:43 pm

HİKAYE KİTABININ ÖZETİ:

Karanlık ve serin eylül gecesinin yıldızsız seması altında Selanik,
sanki gündüzki heyacanlardan , gürültülerden yorulmuş gibi , baygın ve
sakin uyumaktadır.Rıhtım tenhadır. Olimpos Palas’ın , Kristal’in,
Splandit Palas’ın,diğer küçük gazinoların lambaları çoktan
sönmüştür.Tramvay yolunu tamir için yığılmış parke taşlarının
ilersinde,denize inen küçükmerdivenin başında,hareketsiz bir gölge
dimdik durmaktadır.Gölgenin sahibi tahsilini Paris’te bitirip daha sonra
dolgun bir maaşla İzmir’egiden ve orada aşık olduğu güzel bir İtalyan
kızı olan Grazia ile evlenen genç mühendis Kenan Bey’dir.Kenan Bey
Türklüğe, yani medeniyetsizliğe karşı olan garazi Avrupalılara, onların
adetlerine, ananelerine, terbiyelerine,cemiyetlerine hayran olan ve
bunları uygulayan kişiliği ile tanınmaktadır.Nazik ve şendir. savaşa
tamamen karşıdır. İşte bu gece Kemal Bey kırk sekiz saat boyunca
işittikleri,gördükleri gazetelerde okuduklarının etkisindedir. Son
derece rahatsızdır. Çünkü savaş çıkmıştır. İtalya Trablus’a
saldırmıştır. Hayran olduğu, insaniyte hizmet ettiğine inandığı
Avrupalıların öceden önem vermediği hatta bazen çok doğal bulduğu
hareketleri aklına gelmektedir. İlk Frasa’yı hatırlar. Daima fazilete,
insaniyete hizmet ettiğini haykıran bu millet, yüz senedir Afrika’yı
kana boyamakta, masum, silahsız insanları öldürmekte onları esir edip
hayatlarını, ruhlarını zaptetmektedir. Daha sonra İngiliz’leri düşünür
ve İspanyol’ları, Almanla’rı hatta Belçika ve Portekiz’lileri en sonunda
da İtalyan’ları düşünür. Hepsi aynıdır. Kenan Bey yıllarca ruhunu
zapteden bu toplumun, Avrupalıların naçiz bir kulu, hizmetcisi olduğunu
düşündükce kahrolmaktadır. Düne gelinceye kadar kendisine bile Türküm
demeye sıkıldığını ve bu memlekette kendisi gibi tarihinin büyüklüğünü,
mazisinin şerefini, dedelerinin şanını bilmeyen, inkar eden,
milliyetinden uzak ve hatta utanan nekadar Avrupalılaşmış renksiz
olduğunu düşünerk yürür. Evine gitme düşüncesinden uzaktır. Şuursuz bir
şekilde Splandi Palas’ın önüne gelir. Bir odaya çıkar ve yatağa uzanır.
Yaşadığı olaylar onu şaşırtmış, mevcudyetini perişan etmiştir.
Hakaretin, tecavüzün, itisafın şiddetinten ansızın uyanan millet,
İtalyan mektebinin, acentasının, hastanesinin, hatta konsolosluğunun
armalarını parcalamış, bayrak direklerini kırmış, sancaklarını
yırtmıştır. Ne kadar İtalyan varsa şüphsiz kovulacaktır. İtalyan dostu
görünecek bir Türk şüphesiz lanetler, nefretler, içinde tahkir olunacak,
memleketten dışarı çıkarılacaktır. Başı ağrımakta başını arısından
gözleri yaşarmaktadır. Yüzükoyun döner, gözünün önüne zevcesi, çoçuğu,
evi gelir. O hiç böyle bir günü düşünmemiş bu ana kadar mesut
yaşamıştır. Avrupadan geldiği seneyi, gençlik ve bekarlık günlerini
hatırlar. Bir İtalyan’la izdaviç etmek, hayatını birleştirmek ona doğal
görünmüş, hatta iftihar edebilecek bir mumtazlık gibi gelmiştir. Gerçi
Grazia ile evlenmek istediğinde Grazia’nın babası Kenen Bey’in Türk
oluşından dolayı bir barbar, bir medeniyet düşmanına kızını vermei
şiddetle reddetmiştir. Daha sonra ise gerek kişisel menfaatlerini
gerekse kızıyla yaptığı bir konuşma sonrasında Kenen Bey’i Rumeli ve
Anadolu’da Türk namı altında yaşayan onyedi milyon Rumdan biri olarak
değerlendirir. Hikaye, gençliğini Makedonya’da geçirmiş eski bir zabitin
hatıralarından alınmıştır. Sene 1903 , yer Pirbeçik, genç zabit
halinden ve içinde bulunduğu ortamdan oldukça şikayetçidir. Bu duruma
rağmen kendine verilen görevleri yerine getirmeye çalışmaktadır. Genç
zabit, devamlı İstanbulu düşünmekte, o güzel İstanbul günlerinde yaptığı
hovardalıkları anmaktadır. Şuan içinde bulunduğu durumu o eski günlere
ne kadar zıt olduğunu, çekilmez olduğunu düşünmektedir. Oysa kendisi
Hayat-ı Askeriye ye başlamadan öncehayallinde mükemmel, muntazam, şık
bir ordu vardır. Taburun tüfekçisi Agah Usta da, genç zabitin bu durumu
halinin farkındadır. Agah Usta bir akşam genç zabitin odasın gelerek ona
bozuk İstanbul şivesiyle nasihatler vermeye başlar. Ona artık İstanbul
hayellerini bir kenara bırakması gerektiğini Olayları fazla kafasına
takmamasını, gerektiğinde gülüp geçmesini hatta akşamları gerektiğinde
bir tek atmasını ve kendisininde buna eşlik edebileceğini söyler. Agah
Usta ayrıldıktan sonra genç zabit onun söylediklerinde doğruluk payı
olduğuna kanaat getirir. Bir süre sonra genç zabitin Velmefçe
taraflarındaki keşif görevine talip olur. Genç zabit kendisine verilen
keşif görevi sırasında, düşmana ait boş erzak ambarları ve bir kaç
köyden toplanan yüz-yüzelli kadar silahtan başka bir şey elde
edememişlerdir. Çivarda bir çete olabileçeği ihtimaline karşı
müfrezesiyle birlikte köyde kalır.

İlk günler oldukca zordur. Yerleştiği kırık dökük , pislik içinde olan
ev ve bulunduğu ortam adeta bütün mevcudiyetini yok etmiş, caresiz
bırakmıştır. Taki bir sabah penceresinden bakarken gördüğü Bulgar kızına
kadar. Genç zabit bu kızdan çok etkilenir. Ona ilk görüşte aşık
olmuştur. Yaşadığı bütün olumsuzlukları ona unutturmuş sanki aklını
başından almıştır. Bütün her şeyi bırakıp uzaklara kaçmayı bile
düşünmeye başlamıştır. Lakin kendisinin bir Türk zabiti olması, ailesini
ve ülkesini kötü bir duruma düşmemesi için , uzaktan uzağa kendi içinde
bir aşk yaşamaya başlar. Bulgar kızı da bu durumun farkındadır. Genç
zabitin devamlı onu izlediğini ve gözetlediğini bilmektedir. Bulgar
kızıda genç zabiti her gördüğünde şu şarkıyı söylemektedir.

‘Naş, naş

Çarigrad naş..

Raz-va-tri’

Bu şarkının kendisi için söylenen bir aşk şarkısı olduğuna inanan ve bundan çok etkilenen zabit şarkıyı kendince tercüme eder.

‘Seni çok seviyorum

Seni çok seviyorum

Balkanlar’dan Şıka’dan

Aşıp geldim sana

Genç zabit şarkı sözlerini bu şekilde çevirdikten sonra, genç kızın
söylediği şekilde mırldanmaya başlayarak, kızın her geçişinde ona doğru
söyler. Ne yazık ki genç zabit için ayrılık zamanı gelmiştir. Askerler
manastıra geri çağrılmaktadır. Oysa genç zabıt güzel Bulgar kızıyla bir
tek kelime bile konuşamamıştır. Ona bu şekilde veda etmeden gitmek
iztemez. Çantasında hiç kullanmadığı kolonyayı gideceği sabah hancının
çırağı ile göndermeye karar verir. Böylece genç zabitin gönderdiği
hediyeyi genç kız ne reddedebileçek ne de teşekkür edebileçekti. O sabah
zabit pençereden dışarı baktığında güzel kızı göremez. Yine de çırağı
yanına çağırır ve hediyeyi tarif ettiği kıza teslim etmesini söyler,
çırakta ona kızın adının Rada olduğunu söyleyerek odadan ayrılır. O
sırada hancı içeri girer ve zabitin toplanmasına yardımcı olmaya başlar.
Artık zabıt dayanamayarak Rada’yı tanyıp tanımadığını sorar. Hancıda
kendisini pek tanımam ,ama babası iyi adam değildi, kilisede papaz iken
kalktı bir gün komite oldu, geçen senede Velmefce’de vuruldu diye cevap
verir. Zabit daha sonra o çok merak ettiği şarkı sözünün manasını sorar.
Alacağı cevap onu yıkacak, kendisinden nefret etmesine neden olacak
vicdanını rahatsız edecektir. Aşk şarkısı zannettiği şarkının Türkçe
karşılı şudur. ‘Bizim olacak, bizim olacak İstanbul bizim olacak’

HÜRRİYET BAYRAKLARI

Hikayenin kahramanı olan Türk , sıcak ve yorgun geçen bir günün
akşamında Demirhisar’dan Cumayıbala’ya gelerek bir otele yerleşir.
Sabahleyin zurna ve davul seslerine karışan naralar, türkülerin
gürültüsü ile uyanır.Gerinirken, bu kansız ve hakikate ancak manasız
alkış tufanlarından ibaret olan zavallı düzme Türk inkılabının ikinci
senesi olduğunu hatırlar. Milli bir bayram olduğunu “Lakin, acaba hangi
milletin bayramı? “ diye düşünerek kalkar.Pencereden bakar,dışarıda
karmakarışık bir kalabalık,kaynaşarak gitmektedir.Bulgar dükkanları
açıktır.Sahipleri bu diyara yeni gelmiş hakim yabancılar gibi önlerinden
geçen sırma cepkenli Türk delikanlılarına gülümseyerek
bakmaktadırlar.Bir süre bu geçiş törenini , On Temmuz kutlamalarını
izler.Dalmıştır, Türkiye’nin, vatanının ,bu mutlaka öleceğine iman
edilen hasta adamın hayatını düşünür, yeise pek benzeyen acı bir hisle
bütün zihniyetinin büzüldüğünü,işlemez bir hale geldiğini
duymaktadır.Odanın kapısı açılır, Rum otelciatlarının hazır olduğunu
söyler.Razlık’a gidecektir. Giyinir,yola çıkar.Bir saat sonra Papaz
Bayırı’nı çıkan dik yokuşu tırmanmaktadır.Atından iner,tepeye
çıkar.Biraz ileride bir atlı görür,kılıcının parıltısından bir zabit
olduğunu anlar.Oda dinlenmektedir.yanına gider.Türkiye’de takdim
vetakatdümebinced olmadığına Selam verir.Nereye gittiğini sorar.
Gülümseyerek cevap verir.

‘Razlık’a efendim siz?’

‘Ben de’
‘O halde beraber gideriz’

Konuşmaya başlarlar. Konu politikadan açılır. Kahramanımız On Temmuz’un
buralarda bile takdir olunduğunu söyler. Mülazım kahramanımızın
hayretine canı sıkılmış gibi bir tavırla ‘On Temmuzu takdir etmek…’ bu
da lafmı? Bu bizim en büyük en şanlı günümüz, en mukaddes milli
bayramımız keşke bir gün yerine üç gün olsa der. Kahramanımız iddaaların
aksini söyleyerek asabi munakaşacıları kızdırmak hoşuna gittiğinden
ilave eder.

‘Hem bu nasıl milli bayram? Hangi milletin bayramı?’

‘Osmanlı milletinin…..’

‘Osmanlı milleti demekle Türkleri mi kasdediyorsunuz?’

‘Hayır, asla … Bütün Osmanlıları… ‘

‘Bütün Osmanlılar kimlerdir?’

‘Tuhaf sual! Araplar,Arnavutlar, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Yahudiler,

Ermeniler, Türkler…Hasılı hepsi…’

‘Bunlar demek hep bir millet?’

‘Şüphesiz…’

‘Fakat ben şüpheliyim’ der.

Bu mümkün değildir ve bu imkansızlık nasıl riyazi ve bozulmaz bir kaide
ise birbirlerinden tarihleri , ananeleri, meyilleri, müesseseleri,
lisanları, mefkureleri ayrı milletleri cem edip hepsinden bir millet
yapılamayacağını, bunları bir sayıp Osmanlı demesinin yanlış olacağını
söyler Mülazım şaşırmıştır. Onun şüphesiz ilk defa işittiği, bu kadar
basit ve adi bir hakikaten şaşalamasını sersemliğe çevirmek için
sözlerine devem eder. Osmanlılık kelimesinin duveli bir tabirden başka
bir şey olmadığını , Rumlar’ın, Bulgarlar’ın, Sırplar’ın, bütün o eski
esirlerimiz olan bugünkü uyanık milletlerin, Türkler’den intikam almak
ve kendi öz kardeşleriyle, Balkan hükümetleriyle birleşmekten daha tabi
daha makul, daha haklı mefkureleri olmayacağını anlatır. Lakin mülazım
anlamadığını, gözlerinden, birden coşmasından anlaşılmaktadır. Mulazım
‘sizinle münakaşa edemem’ der. Çünkü fikirlerimiz taban tabana zıt…!
Ayağa kalkarlar, atlarını yedeğe alarak yüremeye başlarlar. Bir süre
sonra mülazım ‘ah, bakınız azizim…’ diye haykırır, ‘bakınız işte
Osmanlılığın şahidi’.

Parmağıyla bin metre kadar ileride ucurumlu bir yarın kenarındaki küçük
bir Bulgar köyünü gösterir. Köydeki sallanan kırmızı kırmızı hürriyet
bayraklarının bugünkü Osmanlıların birbirleriyle en samimi ve hakiki
kardeş olduklarını dünyaya anlaktıklarını, bu mukaddes On Temmuz gününü
alkışlayan kırmızı bayrakları gösterir. Bulgar köyündeki insanların,
Osmanlı vatanına düşmanlar hücum ettikleri zaman kendilerinden önce
onların koşacaklarını, Osmanlılık namına kanlarını dökeceklerini
savunur. Kahramanımız kendini tutamaz ve ‘Bu Bulgar’lar ha?…! der.

‘Evet bu Bulgarlar en sadık Osmanlılardır. Komitacılarla hiç
münasebetleri yoktur. Fakat siz mutassıpsınız inanmazsınız. Daha sonra
yollarından bir buçuk saat kaybedecek olmalarına rağmen kahramanımız
mulazımın ısrarlarına dayanamaz ve köye gitmeye karar verirler. Köye
geldiklerinde mulazımın en sadık dost dediği Bulgar’ların, tam aksine
vurdumduymaz tavırları , hain ve kızgın bakışları ile karşılaşmışlar ve
en önemliside mülazımın hürriyet bayrakları sandığı şeylerin aslında
hava aldırmak üzere güneşe asılmış kırmızı biber dizeleri olduğunu
şaşkınlık ve acı içinde görmüşlerdir.

3.KİTABIN ANA FİKRİ:

Türklük, Türkçülük ve milli benlik fikridir.
4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

KENAN BEY;Avrupa’da çalışan bir mühendistir.Sonuçta Avrupa’ya gittiği için pişman oluyor.Vatanı seven bir kişidir.

GRAZİA;güzel ve kendi kültürüne bağlı bir kadındır.Kenan bey’in eşidir.Türklerin düşmanı olarak sayılır.

PRİMO;Kenan beyin oğludur.Türk
olduğunu için gurur duyardı,fakat Türkçe konuşmayı ve Türk kültürünü
bilmedi.Kenan beyin etkisiyle kendi kültürünü sarılıyor.

5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSI GÖRÜŞLERİ:

Kitap abartılı bir şekilde yazılmamış.Gerçeği anlatan bir
kitaptır.Yabancı bir ülkede yaşamak nekadar zor olduğunu
anlatıyor.Vatana herzaman saygı ve sevgi duymalıyız.

6.YAZAR HAKKINDA BİLGİ:

28.2.1884 tarihinde Gönen’de doğdu. Öğrenimine Gönen’de başlayan Ömer
Seyfettin, Ayancık’ta ve annesiyle birlikte geldiği İstanbul’da
Aksaray’daki Mekteb-i Osmaniye’ye devam etti, Eyüp’teki Baytar
Rüşdiyesi’ni bitirip asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadi’sine
yazıldı (1893), bir müddet sonra da Edirne Askeri İdadisi’ne naklolarak
öğrenimini burada tamamladı. Daha sonra İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’ye
gelen Ömer Seyfettin, piyâde mülâzımı sânisi rütbesiyle buradan mezun
oldu. Teğmenlikle İzmir’de (1903-1910), sonra üsteğmen olarak Rumeli’de
görev yaptı (1908-1910). Askerlik’ten ayrılıp Selanik’e gelerek, Genç
Kalemler dergisinde yazmaya başladı. Balkan Savaşında tekrar subay
olarak orduya döndü, Yunanlılar’ın elinde bir yıl kadar esir kaldı.
Esareti sırasında da öykü yazamaya devam ederek bunları Halka Doğru,
Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayımladı. İstanbul’a dönünce ordudan
ikinci kez ayrılıp, ölümüne kadar Kabataş Lisesi edebiyat öğretmenliği
yapan Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920 tarihinde İstanbul’da öldü..

Öykü Kitapları
Sağlığında, Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1910), Harem (1918), Efruz Bey
(1919) adlı hikâye kitapları yayımlandı. Bilgi Yayınevi Bütün Eserleri
adıyla yazarın tüm çalışmalarını 16 kitapta topladı. Ömer Seyfettin’in
bu seriden basılan öykü kitapları şunlar: Kahramanlar, Bomba, Harem,
Yüksek Ökçeler, Yüzakı, Yalnız Efe, Falaka, Aşk Dalgası, Beyaz Lale,
Gizli Mabet.
█►SALVADOR◄█
█►SALVADOR◄█
RütbeForum Kurucusu
RütbeForum Kurucusu

ÜyeAktiflik : 2228

Erkek

BilgiRep : 5

Mesaj Sayısı : 1603


Hesabı
Altın:: Full
Para:: Full

https://stil.forum.st

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz